Örgütlü Bireyin/Örgütsüz Toplumun DRAMI!..

1)     Örgüt ve İkilem

Sadece başlığın bile çok şey anlattığı bu konunun hak ettiği ölçüde tartışılıp değerlendirilmesi için bir kitaba konu edilmesi ve kitabın da akademik bir tez olarak bu konu üzerine profesyonelce çalışan birileri tarafından yazılması gerekir. Benimkisi, düşünce dünyamda ynaksını bulan bilinç ve deneyimlerin amatörce dile getirilmesidir.

İnsanoğlunun varoluşundan bugüne uzanan, ilkellikten evrime, statükodan devrime, yer ve zamana bağlı değişen "örgütlenme sorununun" sosyolojik, psikolojik, kültürel etkenleriyle irdelemek ve tarihsel aşamalarıyla, örnekleriyle işlemek pek tabi ki bir yazıyı çok aşar. Bu yazıyı, konunun bir girizgahı veya yoğunlaştırılmış hali olarak görmek gerekir.

Dram, Eski Yunanca δρᾶμα kelimesinden günümüze gelmiştir. Esasen iş ve hareketi tanımlar. Bu haliyle de tiyatroda sahnelenen oyunun genel adıdır ve koşmak manasına gelen τρέχειν fiilinin geçmiş zamandaki ἔ-δραμ-ον  kökünden filizlenir.  Bu anlamıyla dram, sahnede duyguların koşturduğu bir anlamı ifade eder. Tiyatro türü olarak dram, karşıt durum ve olayların çatışmasının sahnelenmesidir. Bu yazıda da dram; “karşıt iki durumun olumsuz anlamda birbirinin sebep ve sonucu olmasından duyulan üzüntü” anlamında kullanılmıştır.

Bireyin örgütlülükten gelen, toplumun ise örgütsüzlükten gelen dramı, insanoğlunun tarihi boyunca yaşadığı acılara bir ağıttır, bir enkaz başında hüzünle tefekkür etmektir.

Bu dramatik ikilim, gelinen çağda bireyi ilkellik, toplumu da kitlesel aptallık görüntüsüne sokmaktadır. Düşünün, bir yandan yapay zeka, kırılamaz bir şifre bırakmayacak bir seviyeye varmak üzereyken, insanoğlu uzayda koloni kurmaya hazırlanırken bir yandan da yığınların kaderini demogog megalomanların iki dudağının arasına bırakması, dram değil de nedir?

Bu dramatik ikilem, sosyoloji ve psikolojinin para etmeyen yanına tekabül ettiğinden üzerinde değiştirici ve dönüştürücü çalışmalar yapılmayan ortak alanıdır. Düşünün ki internet ve sosyal medya üzerinden tercihlerimiz, tepkilerimiz, eğilimlerimiz ölçülerek bize satılabilecek ürün ve hizmetlerin öğrenilmesi sağlanırken, aynı yolla daha iyi bir birey ve toplum arayışına dair hiçbir çaba olmaması, dram değil de nedir?

Bu dramatik ikilem, insanoğlunun yarattığı medeniyetin başdöndürücü hızına karşın bireysel ve toplumsal gelişmişlikte emeklemesine neden olan, ilkel çağlardan kalan düşünce ve davranışların halen sürdürülmesine kaynaklık etmektedir. Sokrates, hangi tür iftiralarla yargılandıysa bugün aynı yöntemlerle muhaliflere dava açılmakta, milyonlarca insan hem rahatsız olup hem de edilgen ve etkisiz bir (Üstelik kitle iletişim araçları sayesinde milyonlarca insanın hepsinin birbirinden ve olup bitenden haberi olduğu halde) sitemkarlık içinde debelenmesi, dram değil de nedir?

Ve işin aslı bu ikilem, aynı zamanda benim de kişisel dramımdır. Ne bireysel olarak pasifist ve kendisine biçilen kadere razı, ne de mensubu olduğum toplumun yaşadığı sorunlara kayıtsız kalan biriyim ama birey için dram olarak nitelendirdiğim örgütlülük halleri nedeniyle ne tam örgütlü olabildim ne de örgütsüz kalabildim. Arafta kalma hali de bir tür dramdır elbette. Burada anlattığım hikaye, insanın sosyal bir varlık olması sebebiyle aynı zamanda ortak bir hikayedir. Ne de olsa her birimiz, içine doğduğu toplumunsal ortamın ürünü ve yaşadıklarımızın, gördüklerimizin, okuduklarımızın, seyrettiklerimizin, öğrendiklerimizin toplamıyız.

Eğer halen klan, kabile, aşiret şeklinde örgütlülük devam etmiyorsa (ki dünyanın bir çok yerinde halen bu tarz topluluklar bulunmaktadır), bu örgütlü mücadelenin getirdiği daha iyi yönetim arayışından çok üretim ilişkilerinin ürünüdür. Artık milyonlarca insan mega kentlerde birlikte yaşıyor, bugünkü sosyolojiye bakıp örgütlenme sorununun, toplumsal ve bireysel sorunların çözümünü de içerdiğinin kabulü ile bu ikilemi irdelemek gerekiyor.

Yüzyıllar önce daha iyi bir yönetim için kendi çağlarına göre dahiyane fikirleri ileri süren bir çok devlet teorisyeni, siyasal bilimci ve felsefecinin görüşleri bugün halen ulaşılamayan ideali temsil etmektedir.  Çünkü insanoğlunun örgütlülükle imtihanında karnesi kırıklarla doludur ve maalesef sürekli sınıfta kalmıştır.

Konuya örgüt kavramı bile başlayalım. Bir gün bir avukat mahkeme kalemine gider ve dosyadaki evrakları ister, memur evkarları vermeye yanaşmaz. Avukat da “bana bakın, ben örgüt üyesiyim, ahanda gidip örgüt üyelerimle dönüyorum” deyip kalemden çıkmış. Memur koşarak hakime gitmiş, hakim savcıya haber vermiş, savcı polis çağırmış, herkes endişe içinde örgüt üyesi avukatı ve örgütünü beklemektedir. Derken avukat, baro başkanı ve birkaç baro yönetim kurulu üyesi ile çıkagelir. Herkes şaşkındır, hani örgüt elemanları ile gelecekti? Hakim, “avukat bey, memuru tehdit etmişsiniz, örgüt üyesi olduğunu söylemisiniz, ne yapmaya çalışıyorsunuz?” diye sormuş! Avukat da   “Avukatın örgütü barodur, baro başkanı ve yönetim kurulu da örgütün yöneticileridir. İşte ben de bunu kastettim, örgütümle geldim” deyince ortalık yatışmış!

Ben de 8 yıl boyunca üniversite öğrencilerine ders anlattığım zamanlarda mutlaka her sınıfta sorardım: “Arkadaşlar, devlet bir örgüt müdür?”diye! Haşa, estağfurullah diyenler bile çıktı ve bunu diyenler ünivesite öğrencisiydi.

Örgüt derken, bütün tüzel kişileri kastediyorum. İster legal ister illegal, ister resmi ister gayri resmi olsun, ister hukuki ister geleneksel olsun, insanların bir amaç ve duyarlılık için bir araya geldiği ve yönetim oluşturup faaliyet yürüttüğü her yapı örgütlü yapıdır. O nedenle bu yazıda örgütlülüğe dair değerlendirmeler; devlet, siyasi parti, her türlü siyasal hareketler, sendika, dernek, kooperatif, cemiyet, cemaat, tarikat ve adını sayamadığım her türlü tüzel yapı için az çok geçerlidir.

Taban tabana zıt olan iki hali –birey için örgütlü olmayı, toplum için örgütsüz olmayı- dram olarak nitelendirilmek oldukça ironiktir. Bir yandan topluma örgütsüzlüğün kötü sonuçlarını anlatıp "örgütlenin" derken bir yanda da bireye, "bak, örgütlü olunca başına ne çoraplar örülüyor" deyip örgütsüzlüğe itmek gibi, birbiriyle karşıt iki anlatının çelişkisi, ironininin eksiksiz bir tanımıdır.

Belkide örgütlü bireyin dramından başlamak ve sonucu toplumun örgütsüzlüğünün olumsuz sonuçlarına bağlamak, çelişkinin aşılmasını sağlayıp  ironiyi bir teze dönüştürür.

2)     Örgütlü bireyin dramı

Bireyi, örgütlü olmaya iten hem bireysel hem toplumsal şartlardır. Bireyin örgütlenmeye yönelmesinde zaaflar da erdemler de bulunabilir. Söz sahibi olma, rolünü oynama, suyun akışını değiştirme, hayallerini gerçekleştirme, ideallerinin peşinden gitme isteği kadar, kendi bunalımından kurtulma, hayatına anlam katma, maceraya katılma, kaynayan kanını soğutma, ödeşme gibi motivasyon kaynakları olabilir. Bireyin ektisinde kaldığı, maruz bırakıldığı hayal kırıklığı veya öfke yaratan deneyimler kadar öğrendiği, benimsediği düşünceler, hayal ettiği dünyayı ve yaşamı gerçekleştirme saikleri, onu örgütlenmeye itebilir. (Cesur yürek filminde William Wollece’ın İngilizlere isyan başlatma nedenini hatırlayın. Bireyin farkında olduğu gerçekliğin kendi canını yakmasıyla o gerçekliği değiştirmeye yönelmesinin benzersiz bir örneğidir "Braveheart" filmi)

Yukarıda sayılanlardan hangisinin hangi bireyin motivasyon kaynağı olduğunu, örgütlü mücadeleye kattığını kestirmek kolay değildir. Hele hele örgütlü yapının dava insanı ve ortak aklı yoksa, kimsenin motivasyon kaynağının sorunlu olmasıyla ilgilenecek lüksü yoktur.

Böylece birey, kendinde taşıdığı meziyeti de hezimeti de, örgütlü yapıya taşır. Birey örgütlü yapıya bir kimlikle katılırken, örgütlü yapı da ona bir kimlik giydirmeye çalışır. Her iki kimlikte bünyeye aykırı ve zararlı yanlar bulunabilir. İşte bu nedenle örgütlü bireyin dramı derken, gerek örgütün gerekse örgüte katılanların sorunlu kimlikleriyle yüzleşen bireyden bahsediyoruz. İhtirasın, ayak oyunlarının, örgüt için iktidar inşasının kurbanı olan ve aynı zamanda kendi gerçekliğine yabancılaşan, özerkliğini kaybeden, doğal yaşantı içinde toplumla bağı kopan bireyin dramından bahsediyoruz.

Aslında birey için örgütlü olmayı drama dönüştüren yine bir başka bireydir ama bu dramın yaşanma zemini örgütlülük olunca, sorumlusu da örgüt olmaktadır. Özetle örgütlülüğe katılanların bazıları (Bilge insan sözü) örgütlü zemin ve imkanlarla kendini yaşatır, bazıları da inanç ve fekadarlıkla örgütü yaşatır. Bir dava ve amaç için her türlü fedakarlığakatlanan bireyin bu fedakarlığının birilerinin kendini yaşatması için hoyratça kullanılması elbette büyük bir dramdır.

Örgütlü birey, örgüt içinde kendisine biçilmiş rolü gönüllü üstlenip örgütlü yapı içerisinde kaybolur, kendi iradesini yitirir, hatta nesneleşir ama bir toplumun, topluluğun kurtuluşu karşısında bir kişinin ne önemi olabilir ki? Bireyin özgürlüğü, özerkliği ile toplumun yararı çoğu zaman örtüşmez ve her zaman bir topluluğa katılmak, bireyin kendinden fedakarlık etmesi ve kısıtlanmayı kabul etmesi anlamına gelmektedir. Siyasal örgütlenme, bu kısıtlanmanın en yoğun halidir çünkü karşıtlık içinde yekvücut olunması gerekir ve buna bağlı olarak tek tipleşme gelir.

Örgütlü yapıların hemen hepsinde bir hiyerarşi bulunur ve yönetim buna göre oluşur. İnsan, sosyal bir varlıktır ve başka insanlarla keşisen bir yaşam döngüsü içinde yaşamak ister ama örgütlenme için bu, yeterli değildir.

Bireysel hikayesi olan olmayan hemen herkes bir örgütlü yapı içinde söz ve yetki sahibi olmak ister ama bakalım kim sıyrılacak, hiyerarşiyi kim inşa edecek, yönetim kimlerden oluşacak? Maalesef çoğu zaman zaaflardan oluşan ihtiras ve tekil motivasyon sahibi kişiler, kısa süre içerisinde örgüt içinde sıyırılır veya örgütlü yapıya hakim olur.

Örgütlü yapılar içerisinde sivrilmiş bir çok kişinin, örgütlü yapı olmasa, arkasından üç kişinin dile gitmeyeceği kişilerden olması ihtiras ve istismarın rolüne dayanır. Bir davaya inanan insanların inançlarının sömürülmesi, etrafı surlarla çevirili bir kentte herkesin kendi evinin etrafında kale inşa edip etrafına fedailer dizmesinden farklı değildir.

En dramatik olanı ise ideolojik örgütlenmelerde bireyin baskıcı bir iktidara karşı özgürleşme iddiası taşımasına karşın, bir süre sonra tüm özerkliğini, iradesini özel alanlarda bile taşıdığı özgürlük kırıntılarını kaybetmesidir. Birey için örgütlü yapı tarafından yaratılan dünya dışında tüm dünya reddedilir hale gelir. Birey, dava ve amaç için kendinden vazgeçmişken, hayal kırıklıkları yaşamaya başlaması, katlanılır bir ruh hali değildir. Örgütlü yapıda sorun, çekişme, tartışma, gerginlik özgür yaşam alanlarında aynı yönde yaşanan olumsuzluklar gibi yaşanmaz. Kolaylıkla "Buraya kadar" diyemediğiniz yıkıcı bir yol ayrımı, iki yolun uzun süre paralel gittiği ve kimin hangi yoldan gideceğinin belli olmadığı zorlu bir yolculuktur. Nitekim aniden örgütlü yapıdan uzaklaşma, bireyde yalnızlaşma ve sudan çıkmış balığa dönme korkusu yaşar. Ama yine de bilinir; arafta olma hali, taraf olmayanın bertaraf edilmesidir.

Örgütlü birey, ideolojik temelde örgütlenmiş ise, kültürünü, ahlakını, inancını örgütlü yapıya göre biçimlendirir ve günün birinde ideolojisi çöktüğünde ahlakı da, kültürü de çöker. En çok da radikal kişilerde bu uçtan uça savrulma gerçekleşir. Örgütten ayrılan kişi, örgütün her şeyinden ölesiye nefret eder.

Bireyin, örgütlenme çabaları veya örgütlü mücadelesinde karşılaştığı örgüt içi sorunlar, katlandığı fedarlık, feda ettiği kişisel özgürlüğü sürekli kendini hatırlatır, bireyin iç dünyasında "buna değip değmediği" kesintisiz bir sorgulama halidir. Buna ek olarak eğer başarı, zafer veya ilerleme elde edilemiyorsa, dava ve amaca ulaşmak için doğru işlerin yapılmıyor oluşu, bütün emekler boşa gidiyor düşüncesiyle oluşan hayal kırıklığı, kafadaki sorular, endişeler ve şüphelerle birleşir ve  orada olmayı sağlayan her şey bir bir yıkılır.

Örgütlü bireyin hikayesi, çoğu zaman sıra dışı ve cesaret içeren bir hikaye olduğundan çevresinde ilgiyle izlenir, onun hayal kırıklığı, başarısızlığı, öfkesi, pişmanlığı bir nevi çevresinin an be an izlediği film gibidir, gerçeklik olarak algılanması zordur.   

Birey, dava için samimi olarak örgütlü mücadeleye dahil olduysa, oradan kopuş gerçek bir yıkımdır çünkü oradan ne kariyer, ne servet ne de statü ve itibar devşirmemiştir. Böylece kişisel hikayesini terk etmiş, ekonomik kazancı bir kenara bırakmış, başkalarının üstüne basa basa yükselmeyi aklından geçirmemiş, bilakis toplumun/ topluluğun kurtuluşu ve ferahı için kendinden geçmiş ama gelinen aşamada örgütü de toplumu da serveti de statüyü de kaybetmiş olmaya ek olarak inancını ve davasını kaybetmiş olmasından daha büyük dram ne olabilir?

Örgütlü bireyin dramı, örgütsüzlüğü de az çok açıklamaya yeterlidir. Bireyde gelişen hayal kırıklığı kolaylıkla topluma teşmil eder. Günümüzde bireyin özerkliğini tanımayan, hesaba katmayan ve önemsemeyen örgütlenmeler, başını sorundan kaldıramaz. İnsanoğlunun bilinen tarihinin ilk gününden 18.yüzyıla kadar örgütlenmenin temelinde toplum-un kurtuluşu, menfaati, geleceği vardı ve hiç kimse bireyi hesaba katmamıştı. Denilebilir ki bireyin  önemi, ironik bir biçimde ideolojik örgütlenmelerle birlikte artmıştır çünkü ideolojik örgütlenme, bir düşüncenin birey tarafından benimsenmesiyle başlar. Buna rağmen bireyin varoluşsal özerkliğinin farkına varılmamıştır, ya görmezden gelinmiştir ya da bastırılmıştır. Ama artık topluluk içinde eriyen, tek tipleşen, iradesini teslim eden, özel ve özerk alan istemeyen ve kendi kaderini tamamen içinde bulunduğu örgütlülüğe bırakan pek az birey bulunmaktadır.

Kim ne derse desin, aksine bir örgütlülük dayatan, yani bireyin özerkliğini kabul etmeyen her yapının tarikattan başka bir farkı yoktur ve bugün de yaşadığımız budur, uygar ve gelişmiş bir toplumun örgütlenmesinde bireyin özerkliğinin korunması şarttır.  

3)     Örgütsüz toplumun dramı

Hemen her örgütlü yapı, insan öğütür. Emile Durkheim; "siyasi partiler, iyi insanları yutar ve toplumun için kötü insanlar olarak kusar" demiştir. İşte örgütlü bireyin dramının topluma sirayeti burada gerçekleşir ve yazının başlığındaki ironi de tam bu noktada ortaya çıkar. Örgütlü bireyin dramı, toplumu örgütsüzlüğe iter, örgütsüz toplum kendisine biçilen kadere razı olur ve yığınsal dram yaşanır.

Toplum, talepleri ekseninde örgütlenir ve taleplerini örgütlü bir biçimde dile getirirse karşılık bulması, taleplerinin karşılanması mümkün hale gelir.

Örgütlenmeyen toplum, bir avuç örgütlü kesimin belirleyiciliği karşısında yalnızca sitem etmekten, üzülmekten, iç çekip durmaktan ve nihayetinde örgütlü yapının belirlediği koşullarda yaşamaktan başka çaresi yoktur.

Eric Hoffer “Çoğu zaman bir toplumu sapkın, taşkın, radikal ve bozguncu kesimleriyle tanımlarız, görünüşte haksızlık gibi angılansa da aslında ciddi ölçüde haklılık payı vardır çünkü bir çok toplumun kaderini bu kesimler belirler” demiştir. Yazarın işaret etttiği hakikat, bir avuç örgütlü insanın, toplumun kaderini belirlemesinden başka bir şey değildir.

Örgütsüz toplum, kendi içinde nüfusuna oranla bir avuç sayılabilecek örgütlü yapılar karşısında her zaman hazırlıksız, milyonlarca yalnız bireyden oluşan ve homurdanarak durumu kabullenen çoğunluktur. Sapkın, taşkın, radikal ve bozguncu bir avuç örgütlü insanın, bütün bir toplumun örgütsüzlüğünden yararlanarak milyonlarca insanı, sürü gibi gütmesi dram değil de nedir?

Gelinen çağda uzmanlık alanlarının belirgin bir şekilde birbirinden ayrıldığı, bir alanın bile birden çok uzmanlığa bölündüğü, toplumda yeteneklerini, zeka ve bilgilerini uzmanlıklarıyla birleştirmiş binlerce, onbinlerce insan varken, siyasette vasıfsızlığın, sığlığın bu kadar hakim olması, nitelikli insanların örgütlenmelerden uzak durduğunun en açık göstergesidir. Onbinlerce nitelikli, yetenekli, zeki ve alanında uzman insanı barındıran bir toplumda, uzmanlık alanlarına göre karar mercileri oluşturulmaması, hiç bir bilimsel bilgisi olmayanların kendisine ekonomist demesi, örgütsüz toplumun dramı değil de nedir? 

Örgütsüz toplumun en belirgin özelliği, bir günü ve lideri beklemesidir. Ve muhtemeldir ki o toplumun içinde binlerce lider vasıflı insan da, bir günü ve lideri beklemektedir. İnsanın, bilmeden kendi kendini beklemesi, örgütsüz toplumun dramı değil de nedir?

Örgütsüz toplumun biriken öfkesi ve enerjisini çoğunlukla yanlış zamanda yanlış yöntemlerle boşalır, gerçi doğru zamanda da olsa sonuç alması pek mümkün değildir. (Örneğin gezi protestoları, örneğin İran’da devam eden eylemler) Örgütsüz bir toplumda da toplumsal olayları olur, karşılıklıklar olur, çatışmalar olur ama en nihayetinde hepsi dağılır, yenilir, kaybeder. Evet, haksız ve baskıcı her rejim er geç yıkılır ama inanın çoğu kendi iç çürümesiyle yıkılır. Dolayısıyla haksız, zalim ve baskıcı bir rejimin kendi iç çürümesiyle yıkılması, örgütsüz toplumun dramı değil de nedir?

Örgütsüz toplumda ancak yumurta kapıya geldiğinde, artık şartlar katlanılmaz hale geldiğinde bir kıvılcım ile kitleler olarak harekete geçer. Ne istemediği kesin ama ne istediği belli olmayan, öncüleri ve hedefleri belirlenmiş bulunmayan kitleler,  yıktıkların yerine çoğu zaman bir benzerini inşa ederler aslında. O günü beklemiş yığınların ayağa kalktığında ne istediğini bilemeyip aynı makus kaderin kuyusuna düşmeleri dram değil de nedir?

Antalya’da 20 yıldır eylem, basın açıklaması gibi etkinlikler hep aynı kişiler katılır. Hep aynı kişilerin katıldığı basın açıklamasına konu olay ve olgular, aslında gelmeyen yüzbinleri ilgilendirmektedir. Kitleler, kesintisiz ve sürekli eylem etkinlik içinde olup tepki, protesto yapmazlar. Halktan insanların günlük endişe ve uğraşmaları gereken yüzlerce işleri vardır. Ayrıca hemen hiç kimse, ömrünü aşacak bir iddianın peşine düşmez. O nedenle Nazım Hikmet “Yaşamaya dair” isimli şiirinde “Yetmişinde zeytin dikeceksin” demesi büyülü ve şairane bir sözdür. İşte o nedenle toplum ayağa kalktığında eğer örgütlü ise ve ne istediğini biliyorsa, işte o zaman dramı zaferle taçlanmış ayakta alkışlanan şiirsel bir tragodia’ya dönüşür.

Lukaşenko, Putin, Erdoğan, Modi, Obran ve benzerleri.. 20-30 yıldır iktidarda olmalarını sağlayan en önemli unsur, toplumun örgütsüz olmasıdır. Kendi arkalalarında duran yığınlar, örgütlü toplum olsa, kendileri olamazdı. Liderler büyüdükçe toplumu küçülür. Kendi hikayesinin kahramanı olmayan, içinde yanıp tutuşan, davasına bir gram katkısı olmamış, iç dünyasında kendisi için hayal kırıklığı olan o küçük adamın, bir büyük davanın neferi olarak ülkesine karşı çevrilen oyunları bozmanın bir parçası olmak, hem kendi bireysel hikayesi ile yüzleşmekten kurtarır hem de ortak büyük davanın onurunu yaşar. Kaldı ki zaten onun bir şey yapması da gerekmez, büyük lideri zaten ne gerekiyorsa yapıyordur. Böyle bireylerin tahkim ettiği ikdiarın kendini sürdürebilmesi, örgütsüz toplumun dramı değil de nedir?

Her çarpıcı, haklı, parlak fikrin ilk ağızdan çıkışından itibaren bir yolculuğu vardır, o nedenle “zamanı gelmiş bir fikri hiç kimse engeleyemez” denilmektedir. Zamanının gelmesi, toplum içinde tartışılıp olgunlaşması ve genelleşmesi anlamındadır. Yine de hiç bir fikir, sırf çok haklı, çok güzel, çok parlak diye sokağa salındığında toplumu kendiliğinden örgütleyemez. Diğer yandan farklı fikirleri nedeniyle ana gövdeden ayrılan bir çok kişi de (örneğin Troçki) haklıydı ama örgütlü değildi, tasfiye oldu. Haklı fikirleri tasfiye eden haksız ve baskıcı iktidar kendi iç çürümüşlüğü ile yıkıldı. Hem kalender fikir sahiplerini hem de parlak fikirlerini, örgütlenmeyerek heba etmek, örgütsüz toplumun dramı değil de nedir?

4)     Sonuç; Birey özerkliği ile örgütlenmek mümkün mü?

Aslında her zaman toplumun örgütsüzlüğünün kötü sonuçlar doğurduğunu söylemek haksızlık olur, kimi zaman toplumun sıkı örgütlülüğü de felaketin yolunu açar. Bireyin tümden yok eden yekvücüt hali, her toplum için felakettir. Tarihte bu halin de çok örneği görülmüştür. Herhalde en sofistike örnek, milyonlarca Alman’ın Hitlerin arkasında ip gibi dizilmesi, yekvücut olduğu Nazi örgütlenmesidir. Bireyin özerkliğini aşan her örgütlenme, giderilmesi mümkün olmayan bir anomali taşır. İşte o nedenle bireyin özerkliğini ıskalamayan toplumsal örgütlenme modelleri hayata geçirilmelidir.

Bireyin özerkliğini esas alan bir örgütlenme biçimi, artık kaçınılmaz bir realitedir. Bugün Berlin, Paris, Münih gibi kentlerde, tek başına yaşayan insanlar, kentlerin çoğunluğunu oluşturuyor. Bireyselleşmenin toplumsal yaşamı olumsuz etkilemeye başladığı, insanlar arasında paylaşımı azalttığı, konformizmin ve hedonizmin at koşturduğu bir çağda, ortak iyiliği ve geleceği inşa etmenin emektarlığına, zahmetlerine yüksek yaşam standartlarına sahip insanları dahil etmek kolay değildir ve tek yolu bireyin özerkliğini sağlayan örgütlenme modelidir.  

Ülkemizin ve dünyanın en büyük sorunlarından biri, hiç kuşkusuz örgütlenememe sorunudur. Gerek ülkemizde gerek dünyada çözülmeyi bekleyen büyük sorunların katlanarak artmasının altında yığınların örgütsüzlüğü yatmaktadır.

Bu örgütsüzlük hali binlerce insanın Sisyphos’a dönmesi, milyonlarca insanın da Sisyphos’ların “kayayı tepeye çıkarma” olimpiyatlarının izleyici olması gibidir. Sisyphos’un kayayı tepeye çıkartmaya ramak kalmışken, kayanın tekrar yamaçtan aşağıya kaymasından haz veren bir endişe ve heyecan duyulması, örgütsüzlüğün getirdiği bencillik ve yozlaşmadır. Her ne olursa olsun her bireyde “bir şey yapmalı” hissini tatmin eden sosyal medyayı da yanına ekledik mi, vicdan muhasebesi ve aklın sorgulaması  da susturulmaktadır.

İnsanoğlunun yarattığı olağanüstü medeniyete rağmen bütün dünyada adaletsizlikler, eşitsizlikler, zulüm ve savaşlar, katliamlar hiç eksik olmuyor. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin getireceği büyük yıkımların ve hatta yaşamın yokoluşu yakın ve bir tehlike olarak adeta gözümüne sokulmaktadır. İnsan hakları ve demokrasi, dünyanın her köşesinde yankılansa da büyük ölçüde lafta kalıyor, demokrasi dışı rejimler gayet meşruymuş gibi medeni dünya ile ilişkilerini sürdürüyor. Ulus devletler, ırkça dayalı hegemonik iktidarlarını iyiden iyiye yerleştiriyor, toplumların din, dil, kültür yaşamı çoraklaşıp yok ediliyor.

Bütün bunlar, bırakın bir toplumda örgütlülüğü, küresel çapta ortak irade ve mücadele için halkların ortak örgütlülüğüne acilen  ihtiyaç yaratıyor. Küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili acil mücadele olsun, yeraltı ve yerüstü kaynakların adil kullanımı olsun, devletler arası çıkar çatışmalarıyla, din ve medeniyet çatışmalarıyla üçüncü dünya savaşına adım adım sürüklenmenin önlenmesi için olsun, küresel bir iradeye gereksinim had safhadadır. Küresel ögrütler yok mu,elbette var ama arkalarında irade peşpeşe iki dünya savaşından doğmuştu ve o irade söndü gitti.

Yazının başlığında da dediğim gibi konu, akademik ve prpfesyonel çalışmayı gerektiriyor. Bireyin kendini gerçekleştirmesi,herkesin insan onuruna yakışır asgari yaşam koşullarına sahip olması ve  toplumun da bireylerin barış ve huzur içinde sosyalleşmesine imkan verebilmesi için örgütlenmesi ve taleplerini örgütlü olarak ileri sürmesi zorunludur. Örgütlenme; iradelerin ortaklaşması, taleplerin örtüşmesi ve bir şeyler yapmak üzere harekete geçmenin ilk adımıdır. Ancak bireyin örgütlülükten gelen dramının, kendini gerçekleştirme ve toplumla barışık olmaya dönüştürülmesinin yolu bireyin özerkliğinin sağlanması, toplumun da kimi zaman bir avuç sapkın, radikal ve köktenci tarafından esir alınmaması için örgütlenmesi gerekir.  

Bireyi kendi içinde eritmeyen, onun özerk varoluşuna imkan sağlayan bir toplumsal örgütlülük elzemdir ve günümüzün iletişim olanakları da bunu mümkün kılmaktadır.

Peki, bireyin özerkliğin sağlandığı bir toplumsal örgütlülük mümkün mü? Devlet de, insanların örgütlülüğüne dayanan bir yapı olduğuna göre ve demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir devlet hakkında, bireyin özerkliğinin büyük oranda sağlandığına göre, devlet dışı- dışı örgütlenmelerde bireyin özerkliğinin anahtarı ve güvencesi, örgüt içi insan hakları ve demokrasidir.  Üstelik örgüt içi insan hakları ve demokrasi, sadece bireyin özerkliği için değil, aynı zamanda örgütün işleyişi ve kamusal misyonu için de elzemdir.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Hadi Cin - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Gazete Grafiti Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Grafiti hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Grafiti editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Grafiti değil haberi geçen ajanstır.

01

Nihat Petekkaya - Harika çok faydalandım emeğine sağlık teşekkürler

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 11 Haziran 17:13